İş

Ölen mektubun yaşayan hikayesi

Hem edebiyat çevrelerinde hem de ailesi içinde büyük yankı uyandıran ve tartışmalara yol açan ‘Miras’ adlı romanıyla tanınan Vigdis Hjorth, kurgu ile gerçek arasındaki sınırda duran, okuyucuyu bu tereddütlü yola iten ve okuru bu kararsız yola iten bir yazardır. en önemlisi bir paradoks yaratıyor. ‘Miras’ın başkahramanı Bergljot’un, kendi ailesinin görünür ve gayri resmi geçmişine dair anlattıklarının yarattığı şüphe, yukarıda bahsedilen çelişkiyi ve paradoksu besleyen bir unsurdu. Bu çelişki ve paradoks, Hjorth’un daha önce yazdıklarına ve gelecekte yazacaklarına gölge düşürüyor. Hepimizi bunları düşünmeye ve tartışmaya sevk etmenin yanı sıra romanda yakaladığı yoğunluk, ölçek ve anlatım başarısı Hjorth’un ne kadar uygun bir yazar olduğunu da gösteriyor.

Aile geçmişini, o tarihin içindeki istismarları, birliği koruma içgüdüsü ve onu yok etme arzusunu, gerçek ve yalan ikilemini ve ‘Miras’ın otobiyografik olup olmadığı tartışmasını da eklersek Hjorth’un güçlendiğini görüyoruz. kurgu ve gerçeklik arasındaki ilişki.

Hjorth bu başarısını Dilek Başak’ın Türkçeye çevirdiği ‘Postane Günlükleri’nde de sürdürüyor. Baş kahramanı iletişim uzmanı, eski gazeteci ve ajans çalışanı Ellinor’un oynadığı romanda, yazar arka planda yarım kalmış ya da yarım kalmış bir aile hikâyesini sunarken, kadın kahraman kendi ve çevresinin etrafına ördüğü duvarları karşımıza çıkarıyor. hayatındaki çelişki. Yani yazar, Ellinor’un kendine ve yaşamına yabancılaşması ile bunu aşma ya da aşma potansiyeli arasındaki çatışmayla bizi karşı karşıya getiriyor.

‘GERİYE KADAR OLAYLARI ANLAYABİLDİM’

Ellinor’un sıkışıp kaldığı günlerden itibaren etrafa bakmasına neden olan ve neredeyse birbirini tekrarlayan birkaç olay ardı ardına gelir. Bunlardan ilki geçmişte yazdığı günlükleri bulması. 2000 yılından bu yana belli temalarla derlediği günlükler sayesinde yakın geçmişe dönerken, yılların kendisinde neleri değiştirip değiştirmediğini sorgulayan Ellinor için o günler sisli bir hava gibi geçiyor.

Ellinor, rutin buluşmalar ayarladığı ve oğluyla sıcak bir bağ kuramadığı sevgilisi Stein’la, tıpkı günlüklerinde yazdığı gibi tanışalı ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyor. Bu monotonluğun ortasında hamile kalmaya çalışan kız kardeşi gelir ve küçük şeylerden, günlük sıkıntılardan bahseder. Arka planda günlüklerden satırlar var. Yeni defterler almayı ve önemli sorunları telafi etmeyi bile düşünen Ellinor, elbette zaman zaman geçip giden hayatın ve hayatın ruhsuzluğunun üstesinden gelebileceğini düşünüyor.

Ellinor’u sarsan ikinci sorun ise meslektaşı Dag’ın ölümüdür. Bir diğeri ise pek görmediği annesinin bir anda aklına gelmesi ya da hayatına girmesidir. O an elinde bir defter olsa ne yazardım diye soruyor kendine. Bu cevaplanmamış bir sorudur; çok büyük bir boşluk.

Yürüdüğü sokaklardan, çalıştığı şirketten, içinde bulunduğu kalabalıktan başka şeyler düşünen, aklını kurcalayan sıkıntılardan bir türlü kurtulamayan, bir parça gibi savrulan bir kadın karşımızda. rüzgarda kağıt.

Bir tren yolculuğu sırasında Ellinor’un aklına gelen sorular da bu durumun küçük bir yansımasıdır. Ellinor, günlük koşuşturmanın içinde saklı olan belirsizliklerin, mutsuzlukların ve sıkıntıların, huzur ve neşeli anlardan daha fazlası olduğunu fark eder ve bazen düşünmekten bile kaçınır. bunlarla ilgili: “Bergkrystallen yolunda, aynı vagonu paylaştığım insanlarla ortak bir yanım mı olmalı? Akşam eve dönerken bir şişe şarap mı paylaşalım, Bergkrystallen trenine biner binmez hep birlikte şarkı mı söyleyelim? Birlikte bir şeyler yapsak mı, örgütlensek mi, Bergkrystallen trenine binenlerden bir parti mi oluştursak?”

Postane Günlükleri, Vigdis Hjorth, Çevirmen: Dilek Başak, 168 sayfa, Siren Yayınları, 2023.

Birliktelik ve paylaşımın geçersizliğini düşünen Ellinor, kendisini merhum arkadaşı Dag’ın üstlendiği bir işin içinde bulur: Postane çalışanlarının, hükümetin yayınladığı posta direktifine karşı çıkma çabası. Yani bir noktadan başka bir noktaya gönderilen mektubun alıcısına ulaşması şans eseridir. Posta çalışanlarının görevi, mektupları güvenli bir şekilde sahiplerine ulaştırmak, yani görevlerini yerine getirmektir. Yaşlı kurt Dag’ı rahatsız eden son şey, işleyen bir sistemi bozacak çelişkileri çözecek çözümler üretmektir. Ellinor da arkadaşının ölümünden sonra arkadaşını daha iyi anladığının farkına varıyor: “Geçen yıl Dag’ın söylediği ve pek dikkate almadığım tuhaf sözler artık anlam kazandı: Komün, iletişim, komünizm, komedi, trajedi, kafa karışıklığı. . Dag’ı Dag yapan şeyin anlamını çok geç keşfettim. “Geçmişi geriye doğru anlayabildim.”

BU HELGA BRUN KİMDİR?

‘Postane Günlükleri’ anlam arayışına uzun bir ara veren ve ardı ardına gelen olaylar sayesinde biraz hareket eden Ellinor’un hikayesidir. Bir yandan günlüklerinde eski benliğiyle karşılaşması ve birden fazla şeyi hatırlayamaması, diğer yandan Dag’ın ölümüyle yüzleşmesi ve çabalaması Ellinor’a bir kapı açar. Aynı zamanda küçük ve yakın şeyler ile büyük ve oldukça uzak şeyler arasında karşılaştırma yapma girişimidir. Tüm bunların üzerine, sahibi bulunamayan bir mektubu teslim etmeye çalışan bir memurla karşılaşması, Ellinor’un hayatında yeni bir sayfa açar. Görevini yapmaya çabalayan, bu amaç uğruna canla başla çalışan bir postacının amacından etkilenir ve mektubun alıcısını merak eder.

Bu, yapması gerekenden fazlasını yapan ve bölgedeki birçok adreste zarfın üzerindeki ismi arayan, her ayrıntıyı dikkatle inceleyip karşılaştığı kişilere bunu soran bir misyonerdir. Üstelik “ölü mektup”un 1960’lardaki sahibi Helga Brun’un hikayesi de bu küçük araştırmayla gün yüzüne çıkıyor. Böylece Ellinor’un düşünmesi gereken yeni bir ikilem ortaya çıkar: Ölü ve yaşayan mektuplar ve onları teslim edecek posta işçilerinin durumu, hırsları ve emeklerinin karşılığını alıp almadıkları. Bu fikirlerine yeni sorular ekliyor: “Aynada kendime baktım. “Sen kimsin?” Diye sordum. Sen kimsin ve hayatının anlamını nasıl bulacaksın? Durumunuz nedir?

Sorulara vermeye çalıştığı cevaplar yenilerini doğururken Ellinor, geçmişte yaşanan bir olayın konusu olan Helga Brun’un hikâyesini merak ediyor ve bunu gün ışığına çıkaran postacının çabasını şöyle anlatıyor: hayata anlam katan eylem. Hjorth, hareketin özünün, hayata anlam kazandıran kısmının, insanın tanımadığı bir başkası için harekete geçmesi olduğunu hissettiriyor bize. Yani yazar, bir kişinin diğeriyle rekabet ettiğini romanın ortasına yerleştiriyor… Gerçek hayatın bu tür eylemlerle şekillenebileceğini ve hem postacının çabasını, hem de Ellinor’un merakını ve hayranlığını bu temele dayandırıyor.

Ellinor’un zihnindeki şu cümleler, Hjorth’un hikâyeyi üzerine inşa ettiği diğer kişiyle yarıştığını ve onun için bir şeyler yaptığını daha da netleştiriyor: “Hayat çözülmesi gereken bir sorun, yüksek sorumluluk gerektiren bir iş olabilir mi? Bu çok ağır bir fikir değildi, tam tersine özgürleştiriciydi çünkü bir görev sahibi olmak güzeldi, görev üstlenmek güven aşılıyordu çünkü insanlar saygı duymadıkları kişilere görev vermezlerdi. Sanki karanlık bodrum merdivenlerinin son basamağındaydım, üstteki kapının altından süzülen güneş ışığını görebiliyordum ve oraya ve ışığa ulaşmayı başaracağıma dair büyük bir inanç taşıyordum. birinci katta.”

Tıpkı ‘Miras’ta olduğu gibi gerçeği çarpıtan bir kurgu yazan Hjorth; ‘Post Office Chronicles’, Helga Brun’un hikayesi ve postacının çabaları sayesinde hayata yeniden tutunan ve başka biriyle tanışarak monotonluktan kaçmak için bir neden bulan Ellinor’un hikayesini anlatıyor. Her insanın değerli olduğunu, her detayın değerli olduğunu, hayatın hırslardan ve eylemlerden oluştuğunu da sözleriyle dile getiriyor: “Hiç kimse önemsiz değil, her birimiz her gün ya bir medeniyet kurmak ya da, tam tersi, dünyayı yok olmaya terk ediyor. “En küçük şeylerde bile üstlenmemiz gereken bir görevimiz vardı.”

sapancahaber.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu